Joel Lundberg ile Kısa Bir Sohbet

İsveç’in önde gelen müzisyenlerinden Joel Lundberg alışılmışın dışında bir klasik piyano bestekarı. Doğaçlama ve bestekarlık üzerinde master diploması olsa da klasik piyano eğitimi almış birisi değil. Kraftwerk’ten Neil Young’a, Debussy’e birçok farklı türden isime benzetebileceğimiz farklı besteleriyle karşımıza çıkan Joel, evdeki plak koleksiyonunu bestelerinden tahmin edebileceğimizi söylüyor.

Yeni projesi “Music from a room”un yayınlanmasından hemen önce kendisi ile müziği hakkında biraz sohbet ettik. Aşağıdan kendisi ile yaptığımız röportajı okurken, ilham aldığı isimlerden oluşan playlisti dinlemeyi unutmayın! Ayrıca “Music from a room”dan yayınlanan ilk besteyi de buradan dinleyebilirsiniz.

İlham veren şehirler arasına Göteborg’u ekleyebilir miyiz?
Bence evet! Şehri çevreleyen doğa, adaların bende etkisi çok büyük. Gençliğimin büyük bir bölümünü denizde geçirdim. Göteborg, işçı sınıfı için bir liman şehri olmasıyla minyatür bir Hamburg gibi. 

90’larda burada büyümek demek klüplerde çalmak, bağımsız yerel sahnenin büyümesinin bir parçası olmak, sahneyi keşfetmek demek.

Müzik hayatına nasıl girdi? Bize biraz bahsedebilir misin?
Kağıttan sese geçmek düşünüldüğü kadar kolay değil aslında. “Music from a room” için bestelediğiklerim neredeyse 4 yıldan fazla süremi aldı. Başlarda bu projeyi yayınlayıp yayınlamayacağımdan emin değildim çünkü aslında piyanomu geliştirmek için başlamıştım.

Ama daha sonra bestelediklerimin bir piyano pratiği olması dışında daha fazlasını hak ettiğini düşündüm. Bu yüzden nasıl yayınlarım diye yollar aramaya başladım. Klasik eğitimli bir piyanist olmadığım için bir başka piyansitin çalmasını uygun gördüm. Bir arkadaşım da Kalle Stenbäcken’in uygun olabileceğini söyledi ve mükemmel oldu da! 

Music from a room’u Göteborg’ta Studio Epidemin’de çok yetenekli bir mühendis olan Johanns Lundberg ve çok güzel bir Fazioli piano ile kaydettik.

Neden İsveç’ten bu kadar güzel işler çıkıyor sence?
Bunun için devletin müzik eğitmini desteklemesi bir neden olabilir. Böylece gençlerin müzik yapması, grup kurması çok kolaylaşıyor. Bir diğer ise çok küçük bir ülkeyiz aslında. O yüzden müzikte hayatta kalmak için dünyanın geri kalanı ile iletişim halinde olmamız gerekiyor. Sanırım bu da müziğimizi yaymamız için çok çalışarak, iletişimi iyi yapmamızdan kaynaklanıyor olabilir. 

Çok uzun zamandır İsveç’te müzik besteliyorsun. Yıllar geçtikçe müzik besteleyişinde senin için bir şeyler değişti mi?
Hem evet, hem de hayır. Bestelemeye başlarkenki o ilk kıvılcım her zaman benim için aynı oldu. Bir duygu ya da his. Ama bazen de kendi kendime uydurduğum bir tema. 

Küçük yaşlarda bile notaların, akordların, ritmik yapıların nasıl birbiri ile etkileşim halinde olduğu hakkında öğrenmek için can atıyordum. Ama yıllar geçtikçe işimi kolaylaştıran beste “araçları” geliştirdim. Bestelerken müzik türü düşünmüyorum o nedenle hangi tarzda müzik bestelersem besteliyim aşamalar hep aynı oluyor.

Albümde sana ilham olan başka gruplar var mı?
Radiohead, Kraftwerk, NEUI, The Cure, Dylan, Cohen, Mingus, Stravinskij, Debussy müziğimin kemiklerinden sadece bazıları. Fakat bu proje için Paris’te 1900’lerde gerçekleşen empresyonizm hareketinden çok etkilendim. O zaman için bu hareket yakın zamandaki punk ve indie akımları gibi kurulu düzene karşı bir reaksiyondu.

O zamanlar Satie gibi mükemmel bestekarların yeni müziklerini barlarda, partilerde dinleyebilirdiniz. Ben de Music from a room için bundan ilham aldım. “Güzel sanatlar” her zaman “güzel contextte” olmak zorunda değil. Ben de projenin prömiyerini ışıltılı bir konser salonunda yapmak yerinde Göteborg’da bir barda yapmayı tercih ettim.

Hayatımın büyük bir kısmını dünyayı dolaşarak geçirdin. Yol boyunca yeni insanlarla tanışmak, Japonya’dan Amerika’ya, Avrupa’ya birçok yer görmek bana ilham oldu. “Music from a room” uzun bir zaman dilimindeki deneyimlerimden ilham alınarak bestelendi. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir