Antroposentrizm kavramına ya da antroposentrik bakış açısına sempatiyle yaklaşmak mümkün değil. Evrendeki her şeyin insan için ve hatta yalnızca insana hizmet için var olduğu düşüncesi pek taraftar toplayamıyormuş gibi görünmekle birlikte, çevremize baktığımızda tam da bu düşüncenin yansımalarıyla karşılaşıyoruz nedense! Normalde canlı merkezli, dahası çevre merkezli yaklaşıma ağır basan antroposentrizm, kentler söz konusu olduğunda ise “masumlaşıyor”; çünkü bu sefer, karşımıza betonlaşma gibi, taşıtların yarattığı trafik keşmekeşi gibi çok daha büyük canavarlar dikiliyor…
Danimarkalı mimar Jan Gehl’in, ünlü çalışmasına İnsan İçin Kentler adını vermesine işte bu “masum” açıdan yaklaşmak gerekiyor.
“Ne olursa olsun, yürüme arzunuzu yitirmeyin. Ben her gün yürüyerek zinde kalır ve her hastalıktan yürüyerek kurtulurum. En iyi düşüncelere hep yürüyerek varmışımdır ve hiçbir düşünce bilmem ki yürüyerek kurtulamayacağımız kadar külfetli olsun.” Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard’ın bu sözüyle açılan İnsan İçin Kentler kitabı, kent planlamada onlarca yıl görmezden gelinen, öncelik tanınmayan ya da gelişigüzel ele alınan insan boyutuna dikkat çekiyor. İnsanların yürüdüğü, yürüyerek düşündüğü, bisiklete bindiği, buluştuğu, çeşitli etkinlikler için bir araya geldiği, zaman geçirdiği, egzersiz yapabildiği; kısacası, yaşamdan keyif aldığı kentleri arıyor…
“İkinci binyıldan kısa bir süre sonra tarihte ilk kez küresel nüfusun çoğunluğu kırsal olmaktan çok kentsel hale geldi. Kentler hızla büyüdü ve önümüzdeki yıllarda kentsel büyüme hızlanmaya devam edecek. (…) Bu kitapta kent planlamanın insan boyutuna odaklanılmasının arka planında da bu yatıyor. Kentler şehir plancılarını ve mimarları daha yaşam dolu, güvenli, sürdürülebilir ve sağlıklı kentler geliştirecek bütünlüklü bir kent politikası olarak yayalaşmayı desteklemeye teşvik etmelidir.”
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, İnsan İçin Kentler kitabında öne çıkan dört unsur var: yaşam dolu, güvenli, sürdürülebilir ve sağlıklı kentler geliştirmek! Buna ulaşmak için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini çok sayıda görsel malzeme eşliğinde, dünyanın farklı kentlerinden örneklerle ele alan Jan Gehl, zaman zaman hepimizin aklından geçen soruları da soruyor: Taşıtlara daha çok yer açmak baskın bir kent politikası olmalı mı?
Meraklısına not:
Jan Gehl, uzun yıllar Danimarka Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi‘nde öğretim üyeliği yapmış; Kopenhag, Stokholm, Rotterdam, Londra, Amman, Melbourne, Sydney, San Francisco, Seattle ve New York gibi dünyanın önemli kentleri için iyileştirme projeleri geliştirmiş bir isim. Aynı zamanda Britanya Kraliyet Mimarlar Enstitüsü (RIBA), Amerika Mimarlar Enstitüsü (AIA), Kanada Kraliyet Mimarlar Enstitüsü (RAIC) ve Avustralya Planlama Enstitüsü’nün (PIA) onur üyesi. Jan Gehl ve “takımının” –aralarında İstanbul’un da bulunduğu– çeşitli kentlere yönelik uyguladıkları ve geliştirdikleri projelerle ilgili ayrıntılı bilgi için: gehlpeople.com
2 comments