Lars von Trier: Edebiyat ve Sinema Üzerine

Hiçbir şeyi değiştirdiğimi söyleyemem ama natüralizm ve gerçeküstücülüğün karışımı olan bir tür yaratmaya çalıştım.

– Lars von Trier

Cüretkar filmleriyle tanınan, Dogma 95 hareketinin öncü isimlerinden Danimarkalı yönetmen Lars von Trier, Kasım 2020’de Kopenhag’daki evinde Louisiana Channel‘dan Christian Lund ile edebiyat ve sinema hakkında konuştu.

Söyleşide Trier‘in zihnine girip kendi dünyasında okumanın yazma ile nasıl bağlantılı olduğunu öğreniyoruz. Trier, edebiyatı temel medyumu olarak görüyor ve ilhamını Thomas Mann, Leo Tolstoy ve Marcel Proust gibi yazarlardan alıyor. Dramaturjiyi bir diş ağrısı gibi tanımlayan Trier, bunu Donald Duck okumasıyla ilişkilendiriyor. Yazma özelinde ise alabileceğiniz en büyük tekme olabilir diyor.

Lars von Trier için dramaturji zor bir alan olsa da film müziklerini yazarken neşeli anlar yaşıyor. Ancak yine de bu neşeli anlar yönetmenin dramaturji ile yıldızını barıştırmıyor. “Sezgisel olarak bir film çekebilsem keşke. Ama bataklığa sıkışıp kaldım. Dramaturji pisliği.” diyerek Trier nasıl bir çıkmazın içinde olduğunu böylelikle açığa çıkarıyor. İlk filmi Turen til Squashland‘ı (1967) on bir yaşında çeken Trier, o zamandan beri aralıksız bir şekilde kısa ve uzun metraj filmler çekiyor. Böyle bir kontekstte yaratıcı bir insan olarak tıkanıklık yaşamak sıklıkla görülen bir durum olsa da söyleşide Trier’in bu durumdan bir hayli etkilendiğini, hatta bu tıkanıklığın bir çöküntü getirdiğini görüyoruz.

Lars von Trier, Melancholia setinde.
Melancholia (2011) set fotoğrafı.

“Sinema ile edebiyat arasındaki ilişki yadsınamaz.”

Tutkulu bir okuyucu olan yönetmen, sinema ve edebiyat arasında konuşması boyunca bir bağ kuruyor ve edebiyatın ana esin kaynağı olduğundan bahsediyor. “Edebiyatta sevdiğim şey bir kişinin karar vermesidir. Bu bir diktatörlük aslında. Thomas Mann, Joseph ve Erkek Kardeşleri’ni yazarken bir engel vardı, çünkü İncil’de öyle yazılıydı”. Bu engelleri hem filmler hem de kitaplar için önemli gören Trier, baskılar karşısında yaratıcılığın güçlendiğini söylüyor. Bu argümanını ise Andrei Tarkovski’nin Sovyetler Birliği’nde çekmiş olduğu filmlerle açıklıyor, nitekim Tarkovski en iyi filmlerini SSCB’de yaptı.

Lars von Trier, İskandinav edebiyatı söz konusu olduğunda ise Henrik Ibsen ve August Strindberg arasında bir karşılaştırma yapıyor. “Henrik Ibsen dramaturjiyi neredeyse yeniden icat etti, verimli hale getirdi ancak Ibsen klişeleri kullandı. Oysa Strindberg tam bir deliydi ve bu yüzden öngörülemeyen şeyler yarattı. Bu nedenle Strindberg Ibsen’den çok daha uzun yaşayacak.” diyerek Strindberg hayranlığını dile getiriyor.

Edebiyat konusunu bir yerde bırakıp sinema üzerine konuşmaya başlayan Danimarkalı yönetmen, filmografisine baktığında “Hiçbir şeyi değiştirdiğimi söyleyemem ama natüralizm ve gerçeküstücülüğün karışımı olan bir tür yaratmaya çalıştım” diyor.

Lars von Trier 2022’de The Kingdom‘ın The Kingdom Exodus başlıklı üçüncü bölümünü yayınlayacak.

1 comment
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir