Röportaj: Guðmundur Arnar Guðmundsson

Guðmundur Arnar Guðmundsson’un ilk filmi Hjartasteinn (Heartstone), İzlanda kırsalında geçen ve iki genç erkeğin, Þór ve Kristján’ın yaşadıklarına odaklanan, büyüleyici ve iyi anlatılmış bir büyüme hikayesi. Her şey bir yaz tatili sırasında çıkıyor karşılarına; çocuklukla ergenlik arasındaki o sancılı geçiş süreci, büyümenin getirdiği karmaşık duygular ve hayatı, cinselliği ve hatta kendi bedenlerini keşfetme arzusu… Film bir yandan küçük bir kasabada farklı olmak, “çirkin balık” olmak, sadece suyun altında nefes alabildiğinizi düşünecek kadar katlanılmaz duygular hissetmek hakkında. Diğer yandan da bir an önce normal olmak üzere büyüme ve kabul edilme isteği, arzusu ve bunu yaparken de “çirkin balıklara” saygı göstermeyi ve onları anlamayı öğrenmek hakkında…

heartstone_3

Hjartasteinn (Heartstone) filminin 57. Selanik Uluslararası Film Festivali* gösteriminin ardından, yönetmen Guðmundur Arnar Guðmundsson ile sohbet ettik.

img_7557

Ne yazık ki henüz kısa filmlerini izleyemedim ama onların da büyüme hikayeleri anlattığını biliyorum. Bu senin için uzun metrajlı bir filme giden adım adım bir süreç miydi, yoksa kısa filmlerini tamamen farklı projeler olarak mi görüyorsun?

Adım adım bir süreçti. Uzun metrajlı filmimin senaryosunu yıllar önce yazmıştım; taslak haliyle duruyordu. Sonra bu filmi istediğim şekilde yapabilmek ve fonlayabilmek için kısa filmler çekmem gerektiğini fark ettim ve o filmleri yapmaya karar verdim. Ama aynı zamanda bana çok çekici gelen, güçlü bir bağ kurabildiğim ve söyleyecek bir şeyim olan konularda filmlerdi.

Nordik sinemasında çok sevdiğin, sana ilham veren büyüme hikayeleri ve yönetmenler hangileri?  

Aslında en sevdiğim büyüme hikayesi bir Amerikan filmi, Rob Reiner’ın Stand by Me‘si. Çok güzel, çok iyi anlatılmış ve yönetilmiş, hikayesi gerçekten iyi bir film. Nordik sinemasındaysa Nils Malmros ve Bille August’un filmlerini gerçekten beğeniyorum, büyüme hikayelerinin bir nevi eski şampiyonları… Çok detaylı, özenli bir hikaye anlatımları var. Roy Andersson’un A Swedish Love Story‘si de öyle. Sanki 70’ler ve 80’lerde muhteşem büyüme hikayeleri çekilen bir dönem varmış.

Bana ilham veren birçok yönetmen ve film var. Özellikle, her projesinde aldığı büyük riskler nedeniyle Lars von Trier benim için büyük bir ilham kaynağı. Çok başarılı bir İngilizce film, Breaking the Waves‘i yapıyor, ardından bir Dogma filmi, The Idiots‘ı çekiyor, sonra sahnede Dogville‘i yapıyor; buna bayılıyorum. Yaptığı her film kariyeri için çok büyük bir risk gibi. Özellikle gençken, aldığı riskler de olduklarından daha büyüktü – artık oturmuş bir kariyeri var. Tüm bunları görmek bana ilham veriyor.

hearthstone

O zaman belki sen de yeni filmlerinde onun gibi büyük riskler alırsın…

Benim için her şey, her zaman hikayeye bağlı. Heartstone’u yaptığımız zaman da büyük bir risk alıyormuşum gibi hissettim. Ama daha önce yapmadığım bir şey yapıyor olmaktan, yeni bir yönetmenlik tarzı ve çekim yöntemleri denemekten çok hoşlandım. Hepsi gerçekten yapmak istediğin şeyin peşinden gitmekle ilgili. Ne olursa olsun, bir şeyi yapmak istiyorsan peşinden gitmelisin – ilham aldığım nokta da bu.

Dün soru-cevap bölümünde biri filmdeki sert ve şiddetli sahnelerle ilgili bir soru sordu ve onların aslında gerçekleri yansıttığını, çoğunlukla kendi çocukluğundan izler taşıdığını söyledin. Farklı olmak, örneğin bekar bir anne ya da eşcinsel bir genç olmak, bugünkü İzlanda kırsalında da eskisi kadar zor mu?

Kasabasına göre değişir bence. İzlanda’daki bazı kasabalar gerçekten oldukça açık görüşlü, buralara birçok turist geliyor. Diğer yandan başka bir kasabaya gittiğinde oldukça kapalı bir yerde olduğunu hissedebiliyorsun. Kasabaya ve o kasabadaki insanlara göre farklılık gösteren bir şey bu, ki hemen hemen aynı durum şehirler ve dünyanın geri kalanı için de geçerli. Çok açık görüşlü olan İskandinav toplumunda bile dar görüşlü insanlar olabiliyor.

heartstone_studios_production__join_motion_pictures_photo_roxana-reiss-s

Aslında bugün tüm dünyada sağ partilere doğru küresel bir eğilim var ve görünen o ki bu durum LGBT haklarını da tehdit ediyor. İzlanda’da da durum böyle mi?

Örneğin İngiltere’de bazı eşcinseller sokaklarda saldırıya uğramaya başladı; bu bir daha asla artarak tekrarlanacağını düşünmediğimiz bir şeydi ama durum böyle. Neyseki İzlanda’da aşırı sağ partiler büyük başarılar elde etmiş durumda değil. Ama tabii ki onları destekleyen bazı insanlar var; şanslıyız ki azınlıktalar.

Yine soru-cevap bölümünde, çekimler başlamadan önce filmin genç oyuncularıyla sıkı bir çalışma sürecinden geçtiğinizden bahsettin. Ama ilk başta onları nasıl seçmiştin, özellikle aradığın bir özellik var mıydı?

Kısa filmlerimde gördüm ki, hep aynı rolleri vererek rol için mükemmel oyuncuyu bulabilirdim ama sonuç olarak gördüm ki altı gün çekim yaptıktan sonra o çocuğun bundan daha fazlasının altından kalkamayacağını hissetmeye başlamıştım. İyi ki film bitiyor, yoksa daha fazla devam edemeyecek diye mutlu oluyordum. Bu yüzden bu sefer gerçekten uzun bir çekim sürecinin altından kalkabilecek ve bunu sürdürebilecek çocuklar aradım. Hırslı çocuklar, sonuna kadar gitmeye hazır çocuklar… En önemli kısmı buydu ama tabii doğallık ve isteklilik de aradıklarım arasındaydı. Ve tabii destek veren ebeveynler…

heartstone_4

Çocukların hepsi ilk kez bir filmde rol alıyorlardı, değil mi?

Evet. Kızlardan biri hariç, bir başka filmde ufak bir rolü vardı.

Bu deneyimden birçok şey öğrenmişlerdir diye tahmin ediyorum. Peki sen onlardan neler öğrendin?

Çocuklarla çalışmanın en iyi yanı, kendi çocukluğunla yeniden bağ kurabilmen ve hayatın o zamanlar çok daha eğlenceli, çok daha spontane olduğunu hatırlaman. Çocuklar biz başka bir yana baktığımız anda başka bir şeyle ilgileniyorlardı. Görüntü yönetmenim ve ben fark ettik ki, sette kısa bir duraksama olduğu anda bir yerlere tırmanmaya, bir şeyler yapmaya başlıyorlardı. Sürekli hareket halindeydiler, zihinlerini ve bedenlerini meşgul edecek bir şeyler buluyorlardı. Bu çok iyi bir enerji ve bunu filme de taşımaya çalıştık.

Sen de filmdeki gibi bir kasabada mı büyümüştün; nasıldı?

Ben daha çok şehirde (Reykjavík) büyüdüm ama filmdeki gibi küçük bir kasabada yaşadığımız belli bir dönem de olmuştu. (Borgarfjörður Eystri) Ve böyle küçük bir kasabada çocuk olmak harika bir şey çünkü kendini özgür hissediyorsun. Atlar çalıyorduk, birçok şey yapıyorduk… Evlere kar topu atardık ve bir adam bizi tuz tüfeğiyle kovalardı, gerçekten üzerimize nişan alırdı. Sonuçta sadece tuz ama bizim için ölüm-kalım meselesiydi, çocuktuk. O kasabada yetişkinlerin biraz içine kapanık olduklarını, mutlu olmadıklarını hissederdim. Ve gençlerin de büyümeye başladıkça böyle hissettiğini… Orası onlar için küçük gelmeye başlardı, oradan gitmek isterlerdi. Tüm arkadaşları er ya da geç oradan gideceği için yalnız hissederlerdi. Yaşamak için çok farklı bir yerdi ve sanırım çocukken sürekli diğerlerini gözlemlerdim.

heartstone_02

İzlanda’nın doğası gerçekten inanılmaz, ben de gördüğüm her fotoğrafla, izlediğim her filmle biraz daha hayran kalıyorum. Görüntü yönetmenin Sturla Brandth Grøvlen’in de Hrútar ve Victoria filmlerinde çok iyi işler çıkardığını düşünüyorum. Bu filmi yaparken hiç, manzaraların güzelliğinin anlatmak istediğin hikayeyi gölgede bırakmasından ya da izleyenlerin dikkatini dağıtmasından endişe ettin mi / korktun mu?

Evet, kesinlikle. Daima doğayı bir kartpostal olarak kullanmamanın, etrafımızdaki güzelliklerin bizi kör etmemesinin ne kadar önemli olduğunu konuştuk aramızda. Doğayı yalnızca sahneye ve hikayeye hizmet ettiği zaman kullanmaya dikkat ettik. Çünkü dikkatlice kullanmazsan filme hizmet etmez. Duyguları nasıl yansıtabileceğimize odaklanmaya çalıştık; bunu da filmi açarak, duygularla zıtlıklar oluşturarak yapabileceğimizi gördük – tıpkı Kristján’ın su altındaki sahnesi gibi. O sahnede etraftaki manzara çok güzel ama Kristján filmdeki en kötü anını yaşıyor, bence bu iyi bir zıtlık.

Filmde birçok duygusal sahne, güzel manzaralar var ama görkemli bir müzik kullanımı yok. Bu minimalist yaklaşım senin mi yoksa bestecinin seçimi miydi?

Ortak bir karardı. Aslında açılış sahnesi için bir müzik bestelemeye çalıştı ama bu daha sonra doğru gelmedi. Filmde daha erken bir sahne için de bir müzik denedi ama o da olmadı. Sonunda filmde müziğin duyulmasının doğru geldiği ilk yerin neredeyse birinci saatin sonuna yakın bir sahne olduğunu hissettik. Üzerine fazla konuşmadık, sadece müzik olması doğru mu değil mi, bunu hissettik.

heartstone_1

Senin için sırada ne var?

Şu anda bir sonraki filmimi yazıyorum ve bunun için çok çok heyecanlıyım. Uzun süredir rüyalarıma giriyordu. Yazmak istemiyordum; o hikayeyi anlatmak istemiyordum. Sonra arka arkaya bu rüyaları görmeye başladım ve başlamaya karar verdim; şimdi muhteşem bir hikaye olduğunu düşünüyorum.

Sanırım çok iyi ve başarılı bir ilk film yaptığında ikinci filmi yapmak daha da zor oluyordur. Hem aynı şekilde başarılı olmaya hem de kendini tekrar etmemeye çalışmak…

Bir sonraki filmim çok farklı bir film olacak ve beni heyecanlandıran da bu. Başarısız olabileceğini daha en başta kabul etmen gerekiyor ki tüm korkularından arınıp tamamen yapmak istediğin işe odaklan. En azından kendi hoşuma giden bir film yapacağım. Ve en azından bazı insanlar bu filmi beğenecek. Benim hoşuma gittiği sürece, yapımcıların hoşuna gittiği sürece, her zaman izleyecek birileri olacaktır.

 

*Hjartasteinn (Heartstone), 57. Uluslararası Selanik Film Festivali‘nin Uluslararası Yarışma bölümünde gösterildi ve Gümüş Alexander – Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oldu.

2 comments
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir