Cesur Yeni Dünya ile 1984 Arasında

Özellikle son yıllarda dünya genelinde esen politik rüzgâr, distopyaları yeniden hatırlatmıştı. Daha doğrusu, George Orwell’in 1984’ü, Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı, Yevgeni Zamyatin’in Biz’i, Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451’i gibi aslında hiç unutulmamış olan kimi klasik eserleri yeniden bir gözden geçirmemize sebep oldu. Bir ara, Orwell’in 1984’ünün, roman kategorisinden alınıp kurgu dışı kitaplar rafına yerleştirilmesi bile önerildi! Bir taraftan da Margaret Atwood gibi çağdaş isimlerin –hayli haklı olarak– daha ön plana çıkmasına tanıklık ettik. İçinde bulunduğumuz salgın ise maalesef çok daha şiddetli bir rüzgâr estiriyor; bir doğal afet hatta! Artık iyiden iyiye bir distopyanın içinde bulunduğumuza ikna olmuş durumdayız; “daha ne olabilir ki?” sorularına bilimkurgu kitaplarıyla cevap verir olduk. Dolayısıyla tam da bu dönemde, şimdiye kadar göz ardı edildiğini söyleyebileceğimiz kimi eserlere daha yakından bakmaya başladık. İsveçli yazar Karin Boye’nin Kallokain’i de böylesi bir roman (çev. Sevda Deniz Karali, İthaki Yayınları, Haziran 2020).

Kallokain, hem içeriğiyle hem de ilk yayımlandığı tarih itibariyle yukarıda sıraladığımız distopya klasiklerinin arasında yer alıyor. Kitaba bir sunuş yazısı yazan Hakan Bıçakcı’nın da dikkat çektiği gibi, “Kara Dörtleme”nin tam ortasındadır Kallokain; Biz ve Cesur Yeni Dünya’dan sonra, 1984 ve Fahrenheit 451’den önce. Yine Bıçakcı’nın sözleriyle devam edecek olursak; “Kallokain, distopya türünün tüm karakteristik özelliklerini barındırır. Jurnalcilik, baskı, propaganda gibi totaliter unsurlar yerli yerindedir. Hatta Propaganda Bakanlığı bile mevcuttur. İnsanların birbirine güvenmediği, herkesin sadece devlete güvendiği zehirli bir ortamda geçen, düşsel ve soğuk bir anlatıdır. Baştan sona ironiktir. Bu ironinin en belirgin olduğu bölümler diyaloglardır.”

Kallokain, yazarlığın yanı sıra şair, çevirmen ve eleştirmen kimliklerine de sahip olan Karin Boye’nin yayımlanmış son kitabı. 41 yaşında, aşırı dozda uyku hapı alarak son verdiği hayat hikâyesine bakınca, romanda kurduğu atmosferin sebebi de daha net ortaya çıkıyor. Anlaşılan o ki, II. Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Nazi tehdidi altındaki bir dünyayı “kabullenememiş” Karin Boye.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir