Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı: İsveç

Cinsiyet ayrımcılığı, dünya döndükçe kurtulamama korkumuzun olduğu bir insanlık ayıbı. Hayatın her alanında, sürekli ısıtılıp önümüze koyulan bayat ve tatsız bir yemek gibi.

Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak çok alışığız maalesef her türlüsüne, en basitinden hayat söndüren töre cinayetlerine kadar. 2002 yılının Ocak ayında ise İsveç, bu şiddet skalasının en ucunda yer alan bir cinayetle tanıştı.

1980’li yıllarda ailesiyle Elbistan’dan İsveç’e göç eden bir ailenin kızı olan Fadime, O’nu amcasının oğluyla evlendirme hayalleri kuran ailesine kafa tutarcasına İsveçli bir adama aşık oldu. Babası bunu öğrendiğinde yediği dayak sonun başlangıcıydı. Artan tehditler üzerine Fadime polise defalarca şikayette bulunmuş, sonuç elde edemeyince babası ve abisine dava dahi açmıştı. Bu dava basının da oldukça ilgisini çekmişti. Tüm bu olanlar Fadime’yi korumak bir yana O’nu adım adım kaçınılmaz sona yaklaştırdı. Babası tarafından hayatına son verildi. Ne yazık ki bize oldukça tanıdık gelen bu hikaye, İsveç’i derinden sarstı. Fakat onlar bizim gibi hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam etmediler.

O günden bugüne İsveç’te çok şey değişti. Bir kadının şiddet karşısında attığı yardım çığlığını “yeterince” duymayan o ülkede bugün yasalar çok daha sağlam. Toplumun herhangi bir alanında cins ayrımcılığı yapmaktan tutun, aile içerisinde eşlerin görev dağılımlarından sosyal haklarına kadar her şey hukuken korumaya alınmış durumda.

Fadime’nin hikayesi, 1970-1980 döneminde başlayan kadın hakları hareketine de ivme kazandırdı. Hükümet işe sığınma evleri ile başladı. Bugün sayıları yaklaşık 130’u bulan bu sığınma evleri sadece kadınlara hizmet vermiyor. Şiddete maruz kalan tüm bireylere devletin sağladığı hibeyle ekonomik, psikolojik ve sosyal yardım sağlanıyor. Bu kurumlara başvuranların çok büyük kısmını göçmenler oluşturuyor. Bu nedenle 44 dile kadar hizmet veren sığınma evleri mevcut. Bugün dahi göçmenlere ihtiyacı olduğunu söyleyen devlet, onların sadece emeklerini sömürmüyor, mutlu yaşamalarını amaçlıyor. Çünkü onların da toplumun bir parçası olduğu gerçeğini kabulleniyor ve sosyal devlet ilkesinden ödün vermiyor.

Bugün İsveç’te toplumdaki cinsiyet kalıplarını yıkan, devlet tarafından kurulmuş bir yuva bile var: Egalia! Çocukların kız-erkek olarak ayrılmadığı, pembe-mavi kıyafetler giymediği, sadece arabalar veya bebeklerle oynama zorunluluğu duymadığı bir yuva… Adının anlamını hakkıyla taşıyor, tek amacı eşitlik bilincinde bireyler yetiştirmek. Cinsiyetinden bağımsız olarak her bireyin istediği her işi üstelenebileceği bilincini aşılamak.

Bu konuya daldıkça İsveç özelinde, İskandinavya genelinde ne kadar çok ders alabileceğimizi anlıyor insan. Sadece devlet olarak değil, birey olarak da aşmamız gereken çok fazla zihinsel tabumuz var. Sanıyorum en zoru toplumu bu gelişmelere hazırlayacak bilinç seviyesine çıkarmak ve umudu diri tutmak.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir