Zombie ja Kummitusjuna

Kardeşi  Aki ile birlikte sinema hayatına atılan yönetmen Mika Kaurismäki, özellikle 80 ve 90’lı yılların Fin Sineması’nın başında gelen isimlerden biri. Kaurismäki Kardeşler olarak andığımız bu ikilinin sinema anlayışları da bir o kadar birbirine yakın. Filmlerini izlediğimizde ise özellikle karakterlerin donuklukları, yalnızlıkları, kurgu dili ve müzik kullanımı gibi konularda benzerlik gösterdiğini fark ediyoruz ve aslına bakarsınız yönetmenin kim olduğunu anlamakta biraz zorluk bile çekebiliriz. Bu yakınlıklarının sebebinde her ne kadar Fin kültürü, kardeş olmaları gibi etkenler söz konusu olsa da asıl olarak sinemaya beraber atılmaları ve birçok filmde beraber çalışmış olmaları etkilidir diye düşünüyoruz. Şimdilerde Brezilya’da yaşayan, bir bar işleterek müzisyenlerin belgeselini yaptığını bildiğimiz Mika Kaurismäki seyahat etmeyi oldukça seviyor olsa gerek ki, bu filminin bir kısmı da İstanbul’da geçiyor.

Ülkemizde Zombi ve Hayalet Tren olarak çevrilen filmin açılış sekansı Eminönü’nde geçiyor, sokakta yaşayan Antti (Silu Seppälä) lakabıyla “Zombi” Galata Köprüsü’ndeki bir birahaneye gidiyor ve film altı ay öncesine dönerek Zombi’nin hayatını ve İstanbul’a yolunun nasıl düştüğünü anlatmaya başlıyor. Sinema tarihinde de çokça karşılaştığımız uyumsuz karakterlerden biri olan Zombi genç ve yetenekli birisidir. Fakat hayat şartları onu istediği yere sürüklemez. İlk olarak askere alınan ve “uyumsuzluğunu” orada gördüğümüz Zombi’nin hayatındaki kilit nokta ise eve dönüş yolunda tanıştığı Hayalet Tren adlı gruptur. Bir sürü çalgısı olan fakat kimsenin onları çalarken görmediği bir gruplardır ve filmin içinde esrarengiz bir şekilde görünürler. Birçok işte çalışmayı denese de, Zombi için “normal” olan bir birey gibi şartlara uyum sağlaması zordur. Bas gitar çalabiliyordur fakat bunu meslek haline getirmeyi hiç denememiştir. Yakın arkadaşı Harri (Matti Pellonpää) ve kız arkadaşı Marjo (Marjo Leinonen), Zombi için ne kadar uğraşsalar da yolunda gitmeyen şeyler vardır. Karakteri yakından tanımamızı sağlayan ise tüm bu yaşananlara Zombi’nin verdiği tepkilerdir.

Filmin son bölümü de İstanbul’da geçmektedir. Galata ve Eminönü sokaklarında 90’lı yılların İstanbul’una tekrar tanık oluruz ve buradaki kültürü oldukça başarılı bir şekilde gösterir yönetmen. Neredeyse bilmediği dil olmayan esnaf, turistlerin peşini bırakmayan ayakkabı boyayan çocuklar, sokaklar, oteller… Her şeyiyle gördükçe keyif alıp gülümseyeceğimiz detaylarla dolu film. Hatta Halil Ergün’ü sürpriz bir şekilde de görürüz. Gözleri dolduran finali ile Mika Kaurismäki, Fin Sineması’nda oldukça başarılı bir işe daha imza atıyor ve İstanbul sahneleriyle de kalbimize taht kurmayı başarıyor.

Yazar: Rumeysa Kaya

 

1 comment
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir