Nordik Kitap Önerisi: “Zeplin”’

“Daha önce Zeplin gibi bir şey okumadım. Belirgin bir şekilde Kuzeyli oluşunu saymazsak Karin Tidbeck’in hayal gücü hiçbir sınıfa girmiyor -usul usul, zekice, anlatılamayacak kadar tuhaf… Ve çeşitli. Ve tedirgin edici. Ve eğlenceli. Ve gizemli biçimde dokunaklı. Bunlar şahane hikayeler.”

– Ursula K. Le Guin-

Zeus’un başından çıkan Athena gibi edebiyat dünyasında birden ortaya çıkıp çiçek gibi açılan, onun kadar olağanüstü yetenekli bir yazarla karşılaşmak çok nadir, neredeyse hiç duyulmamıştır. Ama olağanüstü zamanlarda yaşıyoruz ve Karin Tidbeck’le çağımızın hak ettiği sanatçıya kavuşmuşa benziyoruz.

Büyük hayalperest Lord Dunsany yüz yıl önce, bildiğimizin ötesindeki dünyayı yazdı. Yirmi birinci yüzyılın başlarında baskın popüler edebi form olan fantazyanın yükselişiyle birlikte, dünyanın gittikçe burjuvalaştığını, metalaştığını ve ana akıma kapıldığını gördük. Lafı dolandırmadan, spekülatif kurgu söz konusu olduğunda, artık beni şaşırtacak fazla bir şey kalmadığını söylemeliyim. Zeplin gibi aklımı başımdan alan ya da ne kadar ne kadar tuhaf, güzel ve akıldan çıkmayan öykülerden oluştuğunu kelimelerle ifade edemediğim bir kitabı en son ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum.

Elbette Tidbeck’in edebiyat camiasında ortaya çıkışı göründüğü kadar aniden olmadı. Tidbeck on yıldır öyküler yayınlıyor ve burada yer alan öykülerin pek çoğu önce Vem är Arvid Pekon? kitabında toplanarak anadili İsveççede yayınlandı. Bu öykülerin bazılarının İngilizce tercümeleri, ABD ve Britanya’da yayınlanan dergilerde ve antolojilerde yer aldı. 2010’da, bu alanda güçlü birer kalem haline gelen yazarların uzun zamandır tecrübe sahası olan prestijli Clarion Yazarlar Atölyesi’ne katıldı. Tidbeck ayrıca, İsveç Yazarlar Fonu’ndan burs kazanan pek az fantazya yazarından biri. İlk romanı bu yıl İsveç’te yayınlandı.

Yine de böylesi çarpıcı metinlerin aldatıcı bir şekilde incecik bir kitapta bulunmasında hayrete şayan bir durum var. Hararetli yoğunluğu ve ayrıksı duran mesafeli etkisiyle, Tidbeck’in eserleri zaman zaman James M. Tiptree Jr.’ı (Alice Sheldon) hatırlatıyor; özellikle de “Teyzeler” ve “Jagannath” Tiptree’nin klasik yaratık bilinci tasvirlerini (“Love is the Plan the Plan is Death”) akla getiriyor.

Ama Tidbeck’in edebiyatı, Tiptree’ninkinden daha zengin ve duygulara çok daha fazla odaklanıyor. Bu hikâyelerin hepsinde olduğu gibi, açıklanamaz bir şeyler meydana geldiğinde bile okur Tidbeck’in karakterleriyle içten içe duygudaşlık kurabilir. Kaybetme, hayret veya melankoli, Hamlet’in de söylediği gibi, gökte ve yerde bizim düşüncemizde yarattığımızdan çok daha fazlası olduğuna dair derin kabullenişi asla bastırmıyor. “Augusta Prima” öyküsüne adını veren karakterin şu sorusunda olduğu gibi:

“Bilmem gerek,” dedi Augusta. “Dünyanın doğası nedir?”

Cin, dişlerinin iki sırasını da göstererek gülümsedi. “Hangisinin?”

Bu yılın başlarında verdiği bir röportajda Tidbeck, İsveç’te yaşadığı alacakaranlık (gerçek) dünyadan söz eder:

Muğlak bir durum, sahipsiz bir ülke olan alacakaranlıkta çok zamanımız geçiyor. Işığın tekinsiz ve melankolik bir niteliği var. Zannediyorum bu hal benim yazdıklarıma da sızdı; hem tekinsizlik ve melankoli duygusuyla hem de güneşin dönmeyi bıraktığı başka bir dünyaya adım atma hissiyle.

Bu muğlak sınırları aşma duygusu, Zeplin’ bütün öykülerde görülebiliyor; bu öyküler halk hikâyelerinden fantazyaya, büyülü gerçekliğe, bilimkurguya ve “Pyret”te, hayalî bir yaratığın Borgesvari taksonomisine kadar uzanıyor. Bu öykülerin çoğu rahatsız edici; aynı zamanda kara mizah içeriyor ve gerçekten çok tuhaf; en azından Amerikalıların hassasiyetine göre öyle. Tidbeck, bildiğimizi sandığımız dünyadan güçlü bir kopuş duygusu yaratmakta, akla hayale sığmaz çok sayıda şeyin ortaya çıkabildiği (ve çıktığı) bir yarığa bizi yönlendirmede büyük usta Robert Aickman’la aynı yeteneği paylaşıyor. Tidbeck’in öykülerinde her şeyden çok, belirgin bir yitiklik duygusu var: sevilenlerin (özellikle de ebeveynin); geçen zamanın; tam da karakterlerin içinde yaşadığı dünyanın bilgisinin yitirilmesi duygusu.

Yine de varoluşun paralel bir düzleminde bile Doğa boşluktan nefret eder ve bu boşluğu dolduracak umulmadık şeyler ortaya çıkar. Bu kitapta yer alan öykülerden belki de en sevdiğim olan “Rengeyiği Dağı” tekinsizliğin bir güç gösterisidir. “Arvid Pekon” sizi bir daha bir telefonu açmak konusunda tereddüde düşürebilir, “Brita’nın Tatil Köyü” bir tatil yerinin sezon dışında ne kadar rahatsız edici olduğunu hatırlatabilir. “Norveç Böğürtleni Reçeli”nin anlatıcısı, bir konserve kutusunda yarattığı canlıyla konuşmasını şöyle anlatır:

“Beni neden yaptın?” dedin.

“Seni sevebileyim diye,” dedim.

Benzer şekilde, Karin Tidbeck de bu öyküleri okurlar onları sevebilsin diye yazmış. Ben kesinlikle sevdim. Ve zannederim siz de seveceksiniz.

* Elizabeth Hand (1957): ABD’li bilimkurgu ve fantazya yazarı. Antropoloji eğitimi aldı. İlk öyküsü “Prince of Flowers” 1988’de, ilk romanı Winterlong 1990’da yayınlandı. On yedi romanı, dört öykü kitabı bulunmaktadır. (ç.n.)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir